Prof. Dr. Zafer Ayvaz

Besin kaynaklarımızın birçoğu deniz ve okyanus sularındadır. Ne var ki güçlü görünen okyanuslar kolayca yara alabilmektedir. İnsanlar trol ağları kullanan devasa gemilerle balık avlamaktadır. Çöplerini, zehirli atıklarını ve binlerce ton gübreyi denizlere dökmektedir. İnsanoğlu petrol ve gaz çıkarmak için denizin derinliklerine elini uzatmaktadır. İklim değişikliği de bu tahribata katkı yapmaktadır.

   Şimdilerde dünyanın birçok yerinde bilim insanları denizlerdeki kötü gidişatı tespit etmeye çalışıyor. Ama bu kolay bir iş değil ve yoğun bir çaba gerektiriyor. Çünkü konu çok yönlü ve karmaşık. Okyanusları anlamak için çok farklı bilim dallarının bir arada çalışması gerekiyor. Biyologlar ve su ürünleri mühendisleri balık türlerini ve popülasyonlarını araştırıyor. İktisatçılar ise balığın dünya piyasalarındaki durumunu biliyor. Aşırı avlanan türlerin nasıl kurtarılabileceği ancak bu tür ortak çalışmalarla bulunabilir. Bu amaca yönelik olarak Almanya’nın Kiel kentinde oluşturulan bir girişim var. Her biri kendi alanında başarılı uzmanları bir araya getiren ve dünyada benzeri olmayan bu mükemmeliyet merkezinin adı “Geleceğin Okyanusu”. Bu tip girişimlere kümeleşme (cluster) adı veriliyor. Mükemmeliyet merkezleri olarak düşünülen bilim kümeleşmeleri, Almanya’da federal yönetimin ve eyaletlerin ortak bir girişimi olarak belli alanlarda öne çıkan çeşitli üniversitelerde kurulmakta. Deniz bilimcileri ve jeologların yanı sıra iktisatçılar, tıpçılar, matematikçiler, hukukçular ve sosyal bilimciler 2006 yılından beri Kiel’de dünya denizlerini anlamaya çalışıyorlar. Baltık Denizi kıyısındaki bu kentte bulunan Christian Albrechts Üniversitesi, Deniz Bilimleri Enstitüsü, Dünya Ekonomisi Enstitüsü ve Muthesius Sanat Yüksek Okulu gibi çeşitli araştırma kuruluşları kümeleşmeye katkı sağlıyor. Bu merkezde, iklim değişikliğinin ve diğer tehditlerin denizler üzerindeki etkisini ve gelecekte denizlerin nasıl daha iyi korunabileceğini anlamaya çalışan 240 bilim insanı çalışıyor.

   Temel soru şu: Okyanusları mahvetmeden onlardan nasıl yararlanılabilir? Fiziksel oşinografi uzmanı ve mükemmeliyet kümeleşmesinin sözcüsü Profesör Martin Visbeck, amaçlarını “okyanusların sürdürülebilir yönetim yollarını bulmak” olarak özetliyor. Visbeck’e göre hâlihazırda bu ölçüde çok yönlü ve çok disiplini bir araya getiren başka bir deniz araştırmaları kuruluşu yok. Merkezde 13 yardımcı doçentlik kadrosu açılmış ve bu kadrolara yapılacak atamaların başka uzmanları da ekibe çekeceği düşünülüyor. Bu atamalar yapıldıktan sonra okyanuslar burada tüm derinliğiyle araştırılabilecek.

   Christian Albrechts Üniversitesi’nden ekibe katılan çevre ekonomisti Martin Quaas dünya ölçeğinde balık avlanmasını analiz etmekle görevli ve Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün balık biyologlarıyla yakın işbirliği içinde çalışıyor. Quaas, “Biyologlar okyanuslardaki balık türlerini ve popülasyonlarını belirleyerek, popülasyonun korunması için yakalanacak balık miktarının ne kadar olması gerektiğine dönük tahminler yapıyorlar ama gelecekte sürdürülebilir balık avcılığını gerçekleştirmek için bu yeterli değil. Balık avcılığı alanındaki politikanın kökten değişmesi gerekiyor” diyor. Bunun için öncelikle yapılacak şey, avlanma kotalarının ciddi ölçüde azaltılması. Aksi takdirde üremeyi sağlayacak yetişkin hayvan sayısı çok azalacak ve çoğalma gerektiği düzeyde olmayacak. Bu vahim bir durum ve değişmesi gerekiyor. Bugün halen yıllık avlanma kotaları ağırlığa göre belirleniyor. Her işletmeye bir yüzdelik oran veriliyor. “Bunun yerine parça sayısı vermek daha anlamlı, çünkü o zaman sadece büyük hayvanları avlama isteği artacaktır”, diyor Quaas.

   Deniz hayvanlarının soyuna zarar vermeden avlama konusunda Güney Amerika’da başka bir yol bulunmuş. Midye ve deniz kestanelerinin popülasyonu yerel balıkçıların sorumluluğuna bırakılmış. Daha fazla öz sorumluluk, balıkçıların da daha özenli davranmasına ve bir sonraki sezonda da yeterince avlanmaya imkan sağlayacak sınırlar içinde kalma isteğini beraberinde getirmiş. Quaas, balık biyolojisi uzmanlığıyla ekonomide üretim yöntemleri bilgisinin buluşturulması sayesinde Almanya’da bir boşluğun kapatıldığını belirtiyor. Mükemmeliyet merkezi bu sayede, politik karar alıcılara dönük olarak, sektörün sürdürülebilir ve ekonomik biçimde devamı için neler yapılabileceği konusunda somut öneriler sunacak duruma gelmiş. Quaas, hayvan popülasyonları konusunda tahmin çalışmaları yapmıyor, ama bilgisayardaki simülasyonlar üzerinden türlerin hangi hızla eridiğini ve balık avcılığının bu sürece etkisini inceliyor. Bu çalışmada Rainer Fröse onu destekliyor. Fröse uzun zamandır Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde çalışıyor. Onun uzmanlaştığı konu, denizlerdeki türlerin çeşitliliğindeki dağılımın haritasını çıkarmak. Aynı zamanda Filipinli araştırmacılarla birlikte internette en geniş kapsamlı balık ansiklopedisinin (www.fishbase.org) kurucusu. Dünyanın her köşesinden araştırmacılar yeni keşfettikleri balık türlerini, balıkların yayılım alanları hakkındaki yeni bilimsel bilgileri veya balıklara ilişkin başka özellikleri Fishbase’e bildirebiliyorlar. Fröse ve çalışma arkadaşları da gelen bilgileri değerlendirip veri tabanına alıyor. Fröse; “Bizim verilerimiz, birinci sınıf 1000 kadar yayında anılıyor” diyor. Geçen yıl biyologlar bir başka online hizmet olarak www.aquamaps.org platformunu devreye soktular. Burada 11.000 kadar türün popülasyonlarının yayılım alanlarını gösteren dünya haritaları var. Bu platform tanınmış balık türlerinin yarısından fazlasını ve deniz memelilerini de kapsıyor. AquaMaps girişimi çok ayrıntılı çalışmalar sonucunda ortaya çıkmış. Deniz hayvanları arşivine gözlemler, bilimsel yayınlar, canlıların anayurtları, tercih ettikleri su sıcaklıkları veya tuz oranları gibi ansiklopedik bilgiler de aktarılmış.

   Fröse, yayılma alanları haritasıyla Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) verilerini birleştirdiğinde ürkütücü bir manzara ortaya çıkmış. Dünya şu anki gibi ısınmaya devam ederse birçok balık türü 21.yüzyılın ortasına kadar ciddi sorunla karşılaşacak. Böyle bir tehlike özellikle aşırı soğuk sulara uyum sağlamış olan Güney ve Kuzey Kutbu balıkları için söz konusu. Zira sudaki iki derecelik bir ısınma bile bu balıklar için öldürücü sonuçlar verebilir. Tropik bölge balıkları için de aşırı ısınma söz konusu olabilir. Ama araştırma merkezi bu tür tespitlerle kıyamet senaryoları yayma peşinde değil, işleri olumluya doğru çevirme isteğinde. Fröse’nin AB projesi çerçevesinde kullanıma soktuğu bir internet hizmeti sayesinde balık severler bir akıllı telefonla www.seafoodguide.org adresine ulaşıp, marketin derin dondurucusunda gördükleri balığın sürdürülebilir balıkçılık kurallarına uygun yakalanıp yakalanmadığını öğrenebiliyorlar.

   Mükemmeliyet merkezindeki veterinerlerden Thomas Bosch ve Philip Rosenstiel çok farklı bir deniz canlısıyla ilgili çalışma yapıyorlar. Sünger veya denizanası gibi basit yapılı organizmalar üzerinde çalışan bu araştırmacılar, insanın bağışıklık sistemiyle ilgili hastalıkları, özellikle de deride meydana gelen veya akciğer ve bağırsaklarda oluşan hastalıkları (neurodermitis, astım veya bağırsak hastalığı Morbus Crohn) daha iyi anlamaya çalışıyorlar. Bugün bilindiği üzere bu hastalıklarda, normalde insana yararlı olan bazı bakteriler (örneğin sindirimi sağlayan bağırsak bakterileri) rol oynuyor. Denizanası ve sünger gibi basit organizmaların, bu konudaki araştırmalara yararlı olması biraz şaşırtıcı. Ama bu canlılarla insan organizması şaşırtıcı derecede birbirine benzerlik gösteriyor. Araştırmacılar bu canlılar sayesinde bağışıklık sisteminin temel özelliklerini daha iyi çözmeyi ve elde edilecek bilgilerle insanların tedavisine yararlı olmayı umuyorlar. Esas şaşırtıcı nokta ise deniz canlılarında bağışıklığa bağlı hastalıklara hiç rastlanmaması. Tıpçılar başka projelerle deniz organizmalarındaki iyileştirici maddeleri araştırıyorlar. Deniz salyangozlarından ve süngerlerden elde edilen ağrı kesiciler ve kanser ilaçları birkaç yıldır piyasaya sürülmüş durumda.

   Kiel’deki merkezin tıpçıları, deniz bakterilerinin kalıtım unsurları içinde, yararlı protein maddelerinin inşa formüllerini içeren genleri bulmanın peşindeler. Merkezin sözcüsü Visbeck “tıpçılarla birlikte çalışma çok değerli” diyor. “Onların bilgileri deniz biyologlarının bilgilerini olağanüstü derecede zenginleştiriyor; sadece işin tıbbi yönleriyle ilgili olarak da değil. Onlar çevresel değişikliklerin deniz hayvanları, tekil hücreler ve organizmaların özümleme süreçleri üzerindeki ayrıntılı etkilerini de inceliyorlar. Bu bağlamda öne çıkan konulardan biri de denizlerin asitleşmesi. Atmosferdeki karbondioksitin deniz tarafından emilmesi, gazozun içindeki gaz gibi bir etki yapıyor. Kiel’li araştırmacılar, gelecekte deniz organizmalarının durumunun ne olacağını anlamak istiyorlar.

   Karbondioksit ve iklim değişikliği, yaşadığımız dönemin önemli konuları. Bu da mükemmeliyet merkezinin birçok projesine yansıyor. Örneğin merkezin jeologları karbondioksitin deniz dibinde depolanması üzerinde duruyorlar. Bu ilke “karbonun yakalanıp depolanması” olarak adlandırılıyor. Karbondioksit daha ilk aşamada, gaz veya kömürlü enerji santralinde havaya karışmadan ayrılır, sonra sıvılaştırılır ve boru hattıyla veya gemilerle deniz tabanına pompalanabilir. Kiel’deki merkezde deniz biyologlarının da ekibin bir parçası olması sayesinde, böyle bir uygulamanın deniz üzerinde hangi etkileri yapacağı araştırılıyor. Ayrıca jeologlar deniz dibinde bulunan başka değerli hammaddelerin çıkarılmasıyla ilgili olarak çalışıyorlar. Büyük Okyanusun dibinde maden filizleri, mangan kütleleri, patates büyüklüğünde milyarlarca mineral parçacıkları yatıyor. Bu hammaddelerin nasıl çıkarılabileceği henüz bilinmiyor. Bunun için gerekli teknoloji şu an yok. Kiel’de bu konuda da çalışma yapılıyor.

   Deniz hukuku da merkezin ilgi alanlarından birini oluşturuyor. Gerçi okyanuslarla ilgili Birleşmiş Milletlerin kapsamlı bir hukuk düzeni var, ama farklı devletler yine de sık sık karşı karşıya geliyorlar. Karada sınırlar net. Ama kıyıların uzağındaki insanlığın ortak mirası olan derin deniz tabanlarının durumu veya deniz dibindeki bakterilerde veya süngerlerde sessiz sedasız yatan genetik kaynaklar ve geleceğin tedavi maddeleri ne olacak? Antarktika’daki buz denizinin altında yatan, ama buz kütlelerinin erimesiyle ulaşılabilir hale gelecek büyük gaz ve petrol rezervleri nasıl paylaşılacak? Hukuk alanı araştırmacısı Alexander Prölss, şimdiye kadar emsal vakanın bulunmadığı denizdeki bu tartışmalı konularla yoğun biçimde ilgileniyor.

   Bu merkezdeki araştırmacıların verdikleri bilirkişi raporları artık uluslararası düzeyde kabul görüyor. Bunun bir örneği Güney Kutbu denizindeki “demirle gübreleme” deneyidir. Bir Alman Hint araştırmacılar grubu, demirin besin bakımından yoksul deniz bölgelerinde yosunların gelişimini ne kadar tetiklediğini ortaya çıkarmak istiyordu. Çevreyle ilgili resmi kurumlar ve sivil toplum örgütleri duruma müdahale ettiler, araştırmacıların çalışması ertelendi. Polarstern adlı araştırma gemisi Güney Atlantik’te beklemeye başladı. Araştırmacılar her gün yeşil ışığın yanmasını umdular. Prölss ve merkezin deniz bilimcileri büyük bir hızla raporlarını hazırladı. Sonuç: Geçerli anlaşmalar araştırma yasağını haklı çıkarmıyordu. Deney başlayabilirdi. Bu gibi örnekler, deniz hukukunun bugün yeni ve çetin sorunlar çıkaran bir konu olduğunu gösteriyor ve özellikle de farklı disiplinlerin ne kadar sıkı biçimde iç içe geçtiği ve kümeleşmedeki türden disiplinler arası çalışmanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

   Kaynak: Tim Schröder. Geleceğin Okyanusu, magazindeutschland.de, 1/2011, s.5660.